Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

MEDYA ÇALIŞANI KADINLARIN YAŞADIĞI CAM TAVAN ENGELLERİ KİTAP OLDU

Gazeteci, yazar Av. Özlem Şen'in 'Medyada Toplumsal Cinsiyet Rolleri, Güç Mesafesi ve Cam Tavan Engelleri' kitabı, medya sektöründeki kadınların yaşadığı zorlukları ele alıp kadın mücadelesine ithaf etti. Kitapta cam tavan engelleri ve cinsiyet rolleri üzerine geniş kapsamlı bir araştırma yer alıyor.

Haber Giriş Tarihi: 26.06.2024 10:06
Haber Güncellenme Tarihi: 26.06.2024 10:06
Kaynak: Haber Merkezi
breakingnews.com.tr
MEDYA ÇALIŞANI KADINLARIN YAŞADIĞI CAM TAVAN ENGELLERİ KİTAP OLDU

Gazeteci, yazar Av. Özlem Şen yazdığı ‘Medyada Toplumsal Cinsiyet Rolleri, Güç Mesafesi ve Cam Tavan Engelleri’ isimli kitapta, medya sektöründe çalışan kadınların yaşadıkları zorlukları ele aldı. Ve kitabını kadın mücadelesine ithaf etti.


Raflarda yeni yerini alan kitapta, uzun yıllar kadınlara uygun bir meslek olarak görülmeyen gazetecilik sektöründeki cam tavanların,  başarılı kadınların önünü nasıl kestiğini anlatan Şen, “Medya sektöründe kadınlar, erkeklere oranla daha fazla çalışmak zorunda kalıyor, Yine de salt kadın olmalarından kaynaklı (doğum, süt izni vb.) sebeplerle sürekli işten çıkarılmakla karşı karşıyalar. Hem sayısal anlamda hem de egemenlik algısı açısından, erkek egemen bir yapısı olan medya sektöründe kadınların üst kademelere gelmesi hususunda engellerin olduğunu görmekteyiz. Buradan hareketle hazırlanan araştırma kapsamında İstanbul’da bir medya şirketinde çalışan kadınlarda cam tavan engelleri algısı düzeyinin belirlenmesi ve toplumsal cinsiyet rolleri algısıyla, algılanan güç mesafesinin cam tavan engelleri algısı üzerindeki etkisi ortaya koyulmak istedim. Çalışmada toplumsal cinsiyet rollerinin cam tavan engellerinin oluşmasında nasıl rol oynadığını ele alırken, medya çalışanı kadınların çalışma yaşamındaki güç mesafesi algısını da inceledim.” diye anlattı.

Şen ile toplumsal cinsiyet, medyadaki toplumsal cinsiyet rolleri, 6284 sayılı Kanun ve İstanbul Sözleşmesi gibi; güncel veriler ışığında geniş kapsamlı bir röportaj yaptık.

Son zamanlarda tartışmaların odağında olan toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını açıklar mısınız?

Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadın ve erkeğin hem kamusal alanda hem de özel alanda eşit haklara ve fırsatlara sahip olması ve her ikisinin de bu alanlarda eşit olarak katılımı demektir. Toplumsal cinsiyet kavramı ve kültürü sonradan öğrenilir ve bu nedenle de değişebilir. Hatta tam da bu nedenle, toplumdan topluma, bir zaman diliminden diğerine değişiklik gösterebilir.

Toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında kadınlar ve erkekler iş hayatında eşit midir, taraflara nasıl roller yüklenir?

Erkekler ve kadınlara atfedilen kalıp yargılarla erkekler yüksek statülü roller, kadınlar ise aile içerisinde düşük statülü roller ile karakterize edilmektedir. Kalıp yargılar erkeğin konumunu güçlendirmeye devam etmektedir. Bu ideolojinin düşmanca boyutunda erkekler kadınlar negatif kalıp yargıları yoluyla kadınlardan daha iyi olduklarına inanırlar. Öte yandan kadınların erkekleri tamamlayan ve erkeği diğer yarısı yapan özellikleri ise bu ideolojinin düşmanca boyutunu oluşturmaktadır.

Kadınlar, özellikle son yıllarda işgücünün önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Fakat toplumda kadın için eş ve anne rolünün daha baskın olması, kadınların kariyer anlamında ilerlemesini ve terfi almasını kısıtlamaktadır. Bu durum çıktısı olarak cam tavan kavramı oluşmuştur. 

Kadınların cam tavanla karşı karşıya kalmaları; ilerlemelerinin ve gelişmelerinin önlenmek istenmesi, yaptıkları işi iyi yapamayacaklarından korkulduğu için değil, cinsiyetlerinden kaynaklı olmaktadır.

Mesleklerin cinsiyet rolleri var mıdır? Bu rolleri kim belirler?

Toplum içerisinde bireyin meslek seçimlerini istekleri, becerileri veya kendi yetenekleri belirlemelidir. Fakat mevcut kurallar, aileden veya toplum yüzünden, kişinin düşüncelerini etkilemektedir. Kadınların daha çok dişil ağırlıklı, erkeklerin de eril ağırlıklı iş bulmaları beklenmektedir. Toplumlar, kişiye cinsiyetine göre bir rol belirlemektedir.

Türkiye’de kadınların ekonomik yaşama katılıma durumu ne aşamadadır ve son mevcut  veriler nelerdir?

TÜİK’in yayınladığı 2019 verilerine göre, Türkiye'de erkek nüfus 41 milyon 721 bin 136 kişi olurken, kadın nüfus 41 milyon 433 bin 861 kişi oldu. Diğer bir ifadeyle toplam nüfusun %50,2'sini erkekler, %49,8'ini ise kadınlardan oluşuyor.

Türkiye’nin ve diğer ülkelerin iş gücündeki cinsiyet eşitsizliği incelendiğinde OECD tarafından yıllık açıklanan verilere göre 2019 yılında Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranı %34,4 olarak gerçekleşti. 

 ILO ve Avrupa Araştırma Kurumu (Eurofound) tarafından Mayıs 2019’da yayınlanan “Çalışma Koşullarına Küresel Bakış” adlı ortak rapor Program’ın İkinci Faz’ına tabi ana konular olan çalışma saatleri, cinsiyete dayalı ücret açıkları ve beceri geliştirme olanakları bakımından Türkiye de dahil olmak üzere dünya genelindeki iş kalitesine ilişkin çarpıcı bir karşılaştırmalı analiz sunmaktadır.

Rapora göre, AB’de çalışan işçilerin üçte biri yoğun çalışma (çok kısa bitirme tarihleri ve yüksek hızda çalışma) yaşarken; Türkiye’de ise çalışanların yarısı yoğun çalışma ile karşı karşıyadır. Çalışma süreleri, ülkeler arasında büyük farklılık göstermektedir; AB ülkelerinde çalışan işçilerin altıda biri haftada 48 saatten fazla çalışırken, Türkiye'de çalışanların neredeyse yarısı bunu yapmaktadır. Kore Cumhuriyeti'nde çalışanların %70'inden fazlası kendi kişisel veya ailevi durumlarıyla ilgilenmek için bir veya iki saat izin alabilirken rapora göre bu rakam Türkiye'de %20-40'tır. Ülke farkı olmaksızın, en düşük eğitim düzeyine sahip kişilerin büyüme ve becerilerini geliştirme olanaklarına erişimi daha az. Çalışırken yeni şeyler öğrendiklerini ifade eden kişilerin oranı AB'de %72 ile 84 arasında değişirken, bu oran Türkiye'de %57 ile daha düşüktür.

Dahası, Türkiye'deki kayıtdışı sektördeki yüksek kadın istihdamı oranları göz önüne alındığında, ILO'nun insana yakışır iş tanımının dört temel yapısına, diğer bir deyişle çalışma yaşamında standartlar ve temel haklar, sosyal diyalog, herkes için sosyal güvenlik ve üretken istihdama, uymaktan uzak olduğu sonucuna varılabilir.

Cam tavan engeli nedir? Toplumsal cinsiyet kavramı bağlamında değerlendirir misiniz?

Cam tavan, iş yaşamında kadınların üzerindeki görülmeyen engellerin ifade edilmesi için kullanılan bir kavramdır. Kadınlar, özellikle son yıllarda işgücünün önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Fakat toplumda kadın için eş ve anne rolünün daha baskın olması, kadınların kariyer anlamında ilerlemesini ve terfi almasını kısıtlamaktadır.

Hymovitz ve Schellhard 1986’da bu kavramı ilk defa kullanan isimler olmuştur. Cam tavan kavramını, kadınların iş hayatını anlattıkları bir haberde kullanmışlardır. Haberdeki tanıma göre cam tavan; devlete bağlı kurumlarda veya özel firmalarda üst pozisyonlara gelmek isteyen, terfi almak isteyen, kendini geliştirmek isteyen kadınların karşılaştıkları engellerdir.

Ülkemizde İstanbul Sözleşmesi iptal edildikten sonra ciddi anlamda gündem oldu. İstanbul Sözleşmesi ne anlam taşıyordu, amacı neydi, Türkiye neden bu sözleşmeden çekildi? 

İstanbul Sözleşmesi hukuki bağlayıcılığı olan bir belgedir (sözleşmeye taraf devletler sözleşme hükümlerine uymakla yükümlüdür). Sözleşme, tüm dünyada, 1994’te kabul edilen Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi, Cezalandırılması ve Ortadan Kaldırılmasına Dair Amerikan Devletleri Sözleşmesi (Belém do ParáSözleşmesi) ve 2003’ten beri yürürlükte olan Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı’na Ek Afrika Kadın Hakları Protokolü’nün (MaputoProtokolü) ardından kadınlara yönelik şiddeti ele alan üçüncü ve en kapsamlı bölgesel sözleşmedir.

İstanbul’da gerçekleştirilen 121’inci Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısında kabul edilerek imzaya açıldı. Kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılmasının sebebi de, sözleşmenin İstanbul’da imzaya açılmış olması. İmzaya açıldığı gün sözleşmeyi imzalayan Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk devlet oldu.

İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi konusunda bütüncül bir yaklaşım öngörür. Bu bütüncül yaklaşımı da 4P diye kısaltılan 4 ana yöntem ile sağlamayı önerir: Önleme (Prevention), Koruma (Protection), Cezalandırma (Prosecution) ve Bütüncül Politikalar (Integrated Policies). Sözleşme, taraf devletleri tüm bu alanlarda önlemler almaya davet eder ve alınacak önlemler hakkında detaylı düzenlemeler getirir. Bir ülkenin sözleşmeyi uygulamaya yönelik politik kararlılığını tartışırken bu 4P’yi nasıl ve ne kadar etkin ele aldığına bakarak yorum yapabiliriz.

4P yöntemini örneklerle açıklarsak:

Önleme: Şiddeti ve şiddet riskini ortaya çıkmadan önlemek. Sözleşme, şiddetin önlenmesi için taraf devletlere şiddet vakaları ile karşılaşan profesyonellerin eğitilmesi, okullarda toplumsal cinsiyet eşitliğine dair eğitimler verilmesi, toplumda bu konuda bilinç yükseltici çalışmalar yapılması gibi yükümlülükler getirir.

Koruma: Şiddete uğrayan veya uğrama riski olan bireyi fiziksel olarak şiddetten ve şiddet tehdidinden korumak, bireyi yasal hakları ve bunları nasıl kullanacağı konusunda bilgilendirmek ve bireyi şiddet sonrası hayatını tekrar kurabilmesi için desteklemek. 

Sözleşme, şiddetten korunma için taraf devletlere farklı gruplardan şiddete uğramış kadınların ve çocukların özel durumlarının göz önünde bulundurulması, hizmet sağlayıcıların (örneğin kolluk ve sağlık çalışanlarının) insan hakları ve toplumsal cinsiyet konularında eğitim almış olması, verilen hizmetler kapsamında ayrımcılık yapılmaması ve ikincil mağduriyetlere sebep olunmaması, çocuk tanıkların korunması, kadına yönelik şiddet konusunda acil yardım hatlarının açılması, cinsel şiddet kriz merkezlerinin kurulması, uluslararası standartlara uygun, etkin ve yeterli sayıda sığınağın hizmet vermesi gibi yükümlülükler getirir.

Cezalandırma: Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet vakalarında geleneksel roller ve yapılar üzerinden failin cezasız kalması ya da cezasında indirime gidilmesi ne yazık ki çok karşılaşılan, şiddeti meşrulaştıran ve yeniden üreten durumlar. Şiddetle etkin bir mücadele için sözleşme, suçların etkin bir şekilde soruşturulması, faillerin mahkeme önüne çıkarılması, cezaların etkin şekilde infaz edilmesi, şiddete uğrayan bireylerin ise bu süreçlerde korunması ve sonrasında yaşadıkları psikolojik ya da fiziksel zararların tazmin edilmesini öngörür. Ayrıca sözleşme; fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddetin yanı sıra ısrarlı takibi (stalking) de uluslararası bağlayıcı olan bir metinde ilk kez cezalandırılması gereken bir şiddet türü olarak kabul eder ve tanımlar. Zorla evlilik, kadın cinsel organı sakatlanması, zorla kürtaj ya da kısırlaştırma sözleşmede ele alınan diğer şiddet türlerinden bazıları. Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet konusundaki cezalandırmalarda kültür, gelenek, namus gibi bahanelerin hafifletici sebep olarak kullanılmaması gerektiği de sözleşmede belirtilir. Tüm bunlar için etkin bir yasal zemin (yasalar, yönetmelikler ve içtihatlar) ile yasaların etkin bir şekilde uygulanmasını sağlayacak etkin bir hukuk sistemi elzemdir. Taraf devletler, bu süreçlerin her adımında gerekli özen (duediligence) prensibine uygun olarak hareket etmelidir.

Bütüncül Politikalar: Yukarıdaki 3P, diğer Avrupa Konseyi dokümanlarında kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet ile mücadelede daha önce de belirtilen yöntemler. Ancak Açıklayıcı Kitapçık’ta da belirtildiği üzere sözleşme, bu 3P’nin etkin şekilde uygulanabilmesi yani kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadele için kapsamlı ve etkin şekilde koordine edilen bütüncül politikaların elzem olduğunu vurgular. Gerçekten de, bütünlüklü politikalar geliştirme ve uygulama, taraf devletlerin kadına yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin ortadan kaldırılması konusundaki siyasi iradesinin önemli bir göstergesi niteliğindedir. Bu kapsamda kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadele için gerekli verilerin toplanması ve analiz edilmesi, tüm önlemler için gerekli finansal kaynakların ayrılması gerekliliği de sözleşmede vurgulanan hususlar arasında.

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti, kadına yönelik ayrımcılığın bir türü ve insan hakkı ihlali olarak kabul ediyor. Sözleşme kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi amacıyla hazırlandı. Aileyi yıkan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı yasa değil, şiddettir. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede kritik öneme sahiptir.

Fakat Türkiye,  İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkan bir grubun  "dış güçler" tarafından Türkiye'nin aile yapısının altını oymak amacıyla dışarıdan dayatılan sözleşme’’ vb gibi gerçek dışı imalar sonrasında 20 Mart 2021 gece yarısı, kadın mücadelesinin en büyük kazanımlarından birisi olan ve Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararnamesiyle çekilme kararı aldı. Ancak Türkiye’de 6284 sayılı kanun dahil, kadına karşı işlenen suçu toplumsal cinsiyete bağlı tarif eden herhangi bir mevzuat mevcut değil.

Kadın cinayetleri haberleri medyada daha fazla yer almaya başladı siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz…

Medyada; kadına şiddet , cinsel saldırı, kadın cinayeti haberleri, kesinlikle estetizeedilmeden, kadının insan hakları gözetilerek işlenmelidir.

Haberlerde kadınların konumlandırılma biçimi, haberin yapımında ve sunumunda başlığın seçimi, özensiz dil kullanımı, mağduru ya da maktulü suçlama, görsel öğelerin detaylı şekilde verilmesi, olayın etkisini hafifletmek amacıyla nedene odaklanma gibi durumlar kadının toplumda doğru konumlandırılması ile ilgili sorunları oluşturmaktadır. Medya haberlerin yapımında kullandığı dil ve görsel öğeler ile birlikte habere atılan başlık konusunda da etik ilkelere bağlı kalmalıdır. Patronundan muhabirine tüm medya üretici ve sunucuları kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerini içeren haberlerde magazinsel sunumdan uzak, topluma karşı sorumluluklarının farkında olmalı ve bu bilinçle hareket etmelidir.

Cinsiyet eşitsizliği ve eril medya dilinin haber metinlerinde fazlaca olduğunu görüyoruz, sizce nasıl önüne geçilebilir?

Kadını ve erkeği eşit görmeyen, rol hiyerarşisi temelinde kadını ikincilleştiren bakış açısı cinsiyetçi ve ataerkildir. Bu cinsiyetler hiyerarşisinin medya aracılığıyla yeniden üretilmesinin önüne geçilmelidir.

Medya ve Kadın Toplumsal Cinsiyet Eşitlikçi Haber Kılavuzuna göre , medya kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerini yaparken ve topluma sunarken; kalıplaşmış sözlerden, yakıştırmalardan, kişisel görüş ve ön yargılardan uzak durmalı, ayrıntıların yer aldığı görsel öğeler ile birlikte magazinsel sunumdan kaçınmalı haber başlığını itinayla seçmelidir. 

Medyanın, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınlara yönelik şiddet dâhil tüm ayrımcılıkların önlenmesine yönelik etik ve sosyal sorumluluğu olduğu asla göz ardı edilmemelidir.

Bu kapsamda, medyanın eril dili nasıl dönüştürmesi gerektiğine ilişkin çalışma ve politikalar geliştirilmelidir.

‘Medyada Toplumsal Cinsiyet Rolleri, Güç Mesafesi ve Cam Tavan Engelleri’ isimli kitabın gelirinin, yazara kalacak olan kısmı depremzede kadınlara gidecek

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden onur öğrencisi olarak mezun olan Şen, eş zamanlı olarak Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde çift ana dal yaptı. Basın hukuku, internet yoluyla işlenen suçlar ve kadına yönelik şiddetle ilgili çalışmalara imza atan Şen, İstanbul Aydın Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmalarını sürdürüyor. Akademisyen yazar Şen, aynı zamanda kitaptan elde edeceği geliri de ihtiyaç sahibi olan, depremden etkilenen kadınlara bağışlayacağını söyledi.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.