Bir zamanlar çocuklar “Büyüyünce doktor olacağım” derdi. Şimdi ise birçok genç, “Influencer olacağım” diyor. Peki, bu değişim neyi ifade ediyor?

Sosyal medya, bir yandan bireylere seslerini duyurma şansı verirken, diğer yandan kim olduğumuzdan çok, nasıl göründüğümüzün önemli olduğu bir dünya yarattı. TikTok, Instagram ve YouTube gibi platformlar, gençlere hem ilham hem de ciddi bir baskı sunuyor. “Bir günde milyonlarca kişi tarafından izlenebilirsin!” vaadi, hayaller kurduruyor. Ama arka planda kaç kişi bu hayaller uğruna tükenmişlik sendromu yaşıyor?

Bu dünyanın parlak yüzü kadar, karanlık bir yüzü de var. Örneğin, sürekli mükemmel görünme çabası gençleri daha çok filtreye, daha az gerçekliğe itiyor. Ruh sağlığı uzmanlarının söylediği şu cümle çarpıcı: “Bir insan kendini sosyal medya profilinden tanımakta zorlanıyorsa, burada bir problem var.”

Bir gazeteci olarak gençlerle konuştuğumda, onların bu dünyaya dair karışık duygularını görüyorum. “Kolay para kazanmak için en iyi yol” diyen de var, “Gerçek hayatımı yaşayamıyorum” diyen de. Hepimiz için önemli bir soru: Bu kültür, bireysel başarıyı mı teşvik ediyor, yoksa yalnızca gösterişin cazibesine mi kapılıyoruz?

Sosyal medyanın sunduğu fırsatlara kayıtsız kalmak mümkün değil. Ancak bu fırsatların gençleri tüketen bir yarış haline dönüşmesine göz yummak da doğru değil. Peki, gençlerin bu yeni kültürü sağlıklı bir şekilde deneyimlemelerini nasıl sağlayabiliriz? Belki de ilk adım, “en iyi hayatımızı” paylaşmaya değil, “gerçek hayatımızı” yaşamaya odaklanmaktır.